DAĞ KADAR YAŞLI ACILAR/ Agos gazetesinde yayınlanan röportaj

ÖZLEM ERTAN /AGOS GAZETESİ

Türkiye edebiyatının en başarılı isimlerinden Şebnem İşigüzel, geçtiğimiz günlerde yayınlanan Kirpiklerimin Gölgesi adlı romanında, acıların içine doğan ve günün birinde güzel günler göreceğine dair umudu her seferinde şiddetin ve çaresizliğin duvarına çarpıp parçalanan küçük bir kızın öyküsünü anlatıyor.

Kitabınızda, annesi ve abisinin nefret ettiği, onlardan sürekli şiddet gören küçük bir kız çocuğunun hikâyesini anlatıyorsunuz. Kitaptaki yan öykülerin ana ekseninde de şiddet var. Sizi, şiddeti bu kadar yoğun bir biçimde işlemeye iten neydi?

Belki gerçek hayatta çok sakin ve sessiz olmam. Yazdıklarımla tezatım. Ama gücümü de buradan alıyorum. Romanlarımda elimden çıkan şiddeti açıklamak çok güç benim için. Yazmak bambaşka bir alem. Sanırım bu hayatta içine karışmaktan korktuğum şeyleri o alemde yaşıyorum. Ne bileyim uyumlu ama takıntılı bir insanımdır. Hepimizinkisi gibi hayatta böyle içe kapalıyken romancı olarak bambaşka bir aleme açılıyorum. Bir de yazdıklarımla arama mesafe koymayı becerebiliyorum. Bu da beni gerçek hayatta sulu gözün tekiyken masamın başında  sanki etten kemikten değilmişim gibi bir şeye dönüştürüyor. Açıklaması zor.

Küçük kız  “Ormanda ve hayatta kötüler kazanır” diyor, ve romanda hep kötüler kazanıyor. Hayatta da böyle olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Valla ben de herkes gibi haksızlığa uğruyorum. Kimi zaman ayağımın altındaki halının çekildiğini hissediyorum. Çok çaresiz kaldığım zamanlar olmuyor değil. Kederden, dertten sesimi çıkaramadığım günlerim de oldu. Ama herşey geçiyor. Başlayan herşey bitiyor. Kötülük de öyle. Elbette kötülerin eli her zaman daha güçlüdür. Kötüler kazanır ama iyiler mutlu olur.

Annesi kızını ilk günden itibaren hiç sevmiyor. İnsan kitabı okurken annenin kızından nefret etmesinin altında başka bir neden olduğunu ve bunu öğreneceğini düşünüyor ama öyle olmuyor.

Yazmaya başladığım an roman karakterime dönüşüverdim. Onun gözünden baktım, gördüm, hissettim. Romanın okuyucusunu girdap gibi çeken bir gücü varsa eğer bundandır. Romanın bir yerinde küçük kız annesini merak eder. Gerçekten bu o kahramanın o noktada hissettiği birşeydir. Bütün kalbimle yazıyorum. İçimden geldiği gibi. Demek elim nefretin nedenini öğrenmeye gitmemiş. Ama bu tespitte çok haklısınız. Annenin de zor bir hayattan geçmiş olduğunu hissediyoruz. Bu onu kötü yapmaz esasında. Romanın annesi bu toplumun çaresiz kadınları gibi. Herşeye zorlanmış belli ki. Anne olmak istememiş bile olabilir. Bu bir kadın için hayatta taşınacak en büyük  yük olmalı. Daha da önemlisi o ve biz, hepimiz ruhumuzun karanlık tarafıyla yüzleşmesini bilmiyoruz. Bunun yerine boyun eğiyoruz. İçimizde biriken öfkeyle de en yakınımızdakileri zehirliyoruz.

Romandaki Kör Kadın karakteri de ilginç. Onu da çocukken babası, kendisinden yaşta çok büyük bir Alman’a peşkeş çekiyor. Bir de küçük kızın çalıştığı kaplıca otelinde işkenceyle öldürülen Rus kız var. Kısacası romanda aynı hayatta olduğu gibi çocuklar ve kadınlar şiddetin mağduru oluyor...

Evet. Dağ kadar yaşlı nine de bunu söyler zaten, kötülüklerin bedelini ilkin kadınlar ve çocuklar öder. Çocuk olmak zaten büyük çaresizlik. Karşı koyma gücünüz yok. Bizim gibi eşitliksiz toplumlarda kadın olmak  ağır bir yük. “Hayat böyle istediği için,” der zaten kasabanın kör kuyuları kadar yaşlı nine. “Doğa, Allah, devlet baba, güçlüler.” İnsan bazen sadece çocuk ve kadın olduğu için yenik düşer. Kahramanlarımın talihsiz hikayelerinde olduğu gibi.

Küçük kızın yaşadıklarına birçok insan duyarsız kalıyor, birçoğu da onu istismar ediyor. İşin garip tarafı kıza yardım etmek isteyenler de ya sinip kaçıyor, ya da ölüyor. Toplumun acılara kadar bu kadar duyarsız olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Romanın bambaşka bir dünyası var tabii. Rüyalarda uçabildiğimiz gibi romanlarda da herşey mümkün. İşte beni yazıya tutsak eden güç ! Bu yüzden ömrümü masamın başında geçiriyorum. Yani bu küçük kızın dehşetli hikayesini bu zamanın kutsal kitabı ya da bu zamanın peygamberinin başından geçenler gibi okumak  mümkün. Buna göndermeler var zaten. Gerçek hayatta aslında böyle güçlü bir çocuk belki çıkar yol bulabilirdi. Ya da daha iyimser bir romancının kahramanı olsaydı. Ama benim romanımın dünyasında her yer karanlık.

Roman, küçük kızın annesini öldürmesiyle başlıyor ve geriye giderek bu eylemin ardındaki yaşanmışlıkları anlatıyor. Kirpiklerimin Gölgesi’nin, bir ‘eylem romanı’ değil,  ‘insan romanı’ olduğu söylenebilir mi?

Evet. Küçücük ama bir yandan da kocaman bir şey yazmak istedim. Sanırım başardım. Lisede edebiyat dersinde bir arkadaşımız sormuştu, “İyi roman nedir ?” diye. Lisedeki edebiyat dersleri beni romancı yapacak kadar incelikli ve güzeldi. “Ruh halinizi değiştiren roman iyi romandır,” demişti rahmetli edebiyat öğretmenimiz Celil Bey. Nur içinde yatsın. Evet insan romanı. Romanın bir gücü varsa aslında onu da insan romanı olmasından alıyor.

Kitabı R.A ve tüm küçük kızlara ithaf etmişsiniz. R.A, karakterinizi yaratırken ilham aldığınız kişi anladığım kadarıyla. Onu, bir gazete haberinde mi gördünüz? Kitaptakilerin ne kadarı R.A’nın yaşadıkları, ne kadarı kurgu?

Bu R.A’nın gerçek hikayesi değil. Annesini öldüren o talihsiz kız çocuğu bana romanımın ilk cümlesini hediye etti o kadar. Çok üzüldüm o çocuk için. Ölen anne için de üzüldüm hiç kuşkusuz. Çünkü bir bebeği taşımanın, doğurmanın, büyütmenin evlat için endişelenmenin ne demek olduğunu iyi biliyorum. Ama öte taraftan “Annemi öldürdüm ama katil değilim,” diyen roman kahramanımı anlıyorum. Kaldı ki romanın bu cümlesi günahkar Talat Paşa’yı öldüren o Ermeni gencinin sözüne bir göndermedir. Bazı katiller vardır ki masumdur. Çünkü arkalarındaki yaşanmışlıklar işledikleri cinayetten çok daha ağırdır. Buna rağmen elbette hiç kimse başkasının elinden ölümü hak etmez.

       Kızın yaşadığı orman çok fazla sır barındırıyor. Bu sırları, kitabın en ilginç karakterlerinden biri olan Kör Kadın’dan ve kızın ninesinden öğreniyoruz. Toplu halde sürülen, öldürülen, elma bahçesine gömülen, mağarada yakılan insanların öyküsü en az küçük kızınki kadar yürek acıtıcı. Romanın hiçbir yerinde ‘Ermeni’ sözcüğünü kullanmasanız da, bu olayların Ermeni soykırımına tekabül ettiğine dair bir çok ipucu veriyorsunuz...

    Evet. Sonuçta kalbi ve vicdanı olanlar bu topraklarda Ermenilerin başına gelen felaketi inkar etmiyorlar. Romanda bu katliamın ve soykırımın kimlerin başına gelmiş olduğunu anlıyorlar. Bu konuda kör, yalanlarla zehirlenmiş tarihe inananların bu isimsiz katliamla sadece bir insan olarak yüzleşmelerini istedim. Belki bu  milliyetçilerin siz-biz edepsizliğine son verir. Ortada büyük bir acı var ve bu acıyı tanımanın zamanı geldi. Ermeni halkından dileyeceğimiz özür bizi küçültmez. Bu nefret politikasına son vermek bizi daha güçlü kılar. Ermeni halkı nasıl ki acılarını büyük bir sessizlikle taşıyor, biz Türkler de özür dileme erdemini ve geçmişte olanları görme cesaretini göstermeliyiz. Asıl vatanseverlik bence budur.  Diğer türlüsü husumetten, huzursuzluktan  başka bir şey değil.

   Ermeni toplumunun önünde saygıyla eğiliyorum. 1915’de yaşadıkları büyük acıyı sessizce taşıyorlar. Bence Ermeni toplumunun başına gelen felaketin görülmemesi daha büyük bir felaket. Bu konuda tarafım. Hem ailemden bu konuda bir tanıklık hikayesi taşıyorum. Babamın dedesinin ortağı Ermeni olduğu için onun anlattığı şeyler var. Bu mesele bizim ailede bilinirdi. Bu böyle olmasına rağmen yakınlarım arasında milliyetçilerin yalanlarıyla zehirlenenler yok değil. Düşünün ailede büyükbabanın tanık olduğu dehşetin dillendirilmesine rağmen bu böyle. Bu çok acı bir şey. Öte taraftan kocam Ermeni. Kızım güzel bir Ermeni adı taşıyor. Bu toplumda Ermeni olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Romanların bütün bu acılarla yüzleşmemize el vereceğine inanıyorum. Sinemanın, edebiyatın bir vicdan yaratacağına inanıyorum. Çünkü romanlar başkalarının acılarına bakmayı bize öğretirler. Ermenilerin acılarını görmemiz, bilmemiz lazım. Bu konuda ilk kez 2000 yılında yazmışım. Bu meseleyi edebiyatın asil ifade alanında tartışmayı önemsiyorum.

Küçük kızın ninesi kitaptaki bence en önemli karakterlerden biri. Biraz ondan söz etmenizi rica etsem.

Dağ kadar yaşlı nine. Ben de onu çok sevdim. Aslında kızın babasının ninesi. Bu topraklarda büyük acılar içinde kalan Ermeni ninelerden. Bu meselede korkunç bir körlük gösterenlerin onu dinlemeye ihtiyacı var. Ninenin hikayesi bu toprakların hikayesi. Ve tıpkı romanda aslında İncil’den bir alıntı olan, söylediğim  şey gibi, “Sana sırlarımızı açacağız bilmem onları taşıyabilir misin ?” Bu toprakların her bir köşesi bu tanıklıklarla dolu. Yaşlı kadın bir yerde “Gözlerimizin gördüklerini kim inkar edebilir ?” der. Bu tanıkları dinlemeye, bilmeye ihtiyacımız var. Romanların ve sinemanın acı bir ilacı şefkatlice içirme gücü vardır. İnkarcılar o acı ilacı içmeli.

Küçük kız, çalıştırıldığı genelevde, aklını kaçırma noktasına gelmiş, eski bir askerle karşılaşıyor. Asker, “Memleketin Cehennemi” olarak tanımladığı yerdeki insanlara neler yaptığını da anlatıyor kıza. Biraz bu asker karakterinden ve onu yaratırken neler düşündünüz ?

Birileri kendi iktidarları uğruna memleketin bir köşesini gerçekten cehenneme çevirdiler. Orada neler olup bittiğini hala bilmiyoruz. Orada yaşanan acılarla yeni yeni yüzleşiyoruz. Zaten o köpekleriyle işkence eden bağımsız asker romanda bunu dile getirir: “Benim görev yaptığım  köylerde ve dağlarda ben ne dersem onu yaparlardı. Bağırsalar  herkes duyardı. Yıldızlar, ay, yollar, ağaçlar, jandarma. Ama kimse yardımlarına koşmazdı. Bu işkence çekmekten daha beter bir acıdır. Bütün dünya senin ıstırabın karşısında kör duvar olur.” Bu topraklarda yaşayan insanların birbirlerinin yaşadığı acılara karşı bu habersizlikleri, duyarsızlıkları korkunç. Bu memleketin cehenneminde insanlar hala acı çekiyor. Taraflar karşılıklı acılar çekiyor bedeller ödüyorlar. Bu cehenneme bambaşka bir yerden bakmaya çalıştım. O cehennemden çıkanların aramıza, topluma nasıl karıştığını göstermek istedim.

Kirpiklerimin Gölgesi her ne kadar temel olarak küçük kızın öyküsü etrafında şekillense de Türkiye tarihi ve gündemiyle ilgili şiddet ve acı yüklü birçok noktayı satır aralarında yakalamak mümkün. Yaşadığımız topraklarda bu kadar güçlü bir şiddet eğilimi olmasını neye bağlıyorsunuz ?

Toplumun vicdan sorunu var. Ama en temelde kötülük zembereği fena halde kurulmuş bir toplumla yüz yüzeyiz. Ülkeme mutlu bir son yazmak isterim. Ama bunu umut etmek gün geçtikçe güçleşiyor. Şiddet eğilimini sistem besliyor. Devletin korumaya aldığı çocuklar istismar ediliyor. Yani çocuk istismarında buzdağının ucunu görüyoruz sadece. Çocukların ve kadınların kaderinin kötü olduğu toplumlarda resmi ideoloji ve devlet suçludur. Tıpkı romandaki gibi istismar edilen çocuklarıyla  bu toplumun bir vicdan sorunu var. Vicdan yaratmak en kıymetli eğitimdir. Eğer bu toplumun yetişkinleri kendilerine vicdan  kazandıran bir eğitim almış olsalardı bugün bu ağır gündemler yaratılmazdı.

Türkiye gibi geçmişin acılarıyla yüzleşememiş, onları hasır altı etmeye çalışan bir ülkede edebiyatçılara düşen sorumluluk nedir sizce ?

Romancının siyaseti yazdıklarıdır. Bizim gibi geçmişiyle hesaplaşamamış bir ülkede romana, sinemaya, sanata çok iş düşüyor. Bizi hayatın ayıplarıyla edebiyat yüzleştirebilir. Ben ülkemi darbeci askerlerden, kendi iktidarının peşindeki Ergenekonculardan daha çok seviyorum. Ben roman yazıyorum. Ama birileri halka sadece mutsuzluk vaat ediyor. Romancılar ülkelerinin ve insanlarının iyiliğini isteyen insanlardır. Aksi takdirde roman yazmak yerine kötü siyaset yapar, darbeyi savunurlar. Bu da yoksulluk ve mutsuzluktan başka bir şey getirmedi. Gördük.