Ömer Türkeş'den Sarmaşık üzerine

"Hanene Ay Doğacak" ile başlayan hikayeciliğini "Öykümü Kim Anlatacak" ile sürdürmüş, "Eski Dostum Kertenkele" ile romanı denemiş, “Kaderimin Efendisi” ile yeniden hikayeye dönmüştü Şebnem İşigüzel. İlk kitabı barındırdığı aykırı aşklar, ensest ilişkilerden ölü seviciliğe kadar uzanan -konuşulması bile toplumsal yasaklarla çevrili- cinsel yakınlaşmalar nedeniyle sansüre uğramış, İşigüzel, yazarlığı kadar cesareti ile de dikkat çekmişti. “Kaderimin Efendisi”nde bir tarz değişikliği vardı; sıradan insanların sıradan ve acılı hayatlarına ağırlık veriyor, ilk bakışta hiçbir ayırt edici özelliği olmayan insanların her an yaşayabilecekleri gündelik meseleleri, gerçekçi ve sade bir dille aktarıyordu. Son kitabı "Sarmaşık" ise postmodern anlatının izini süren ve tesadüfler üzerinde yükselen bir roman. Tuhaf insanlar, garip tesadüfler Günümüz İstanbul'unda başlayıp bitiyor hikaye, ancak Ali Ferah'ın anılarıyla Londra'ya gidiyor, Rus karakterlerin varlığı nedeniyle Moskova'ya kadar uzanıyoruz. Romanın iki ana karakteri var; renk körü ressam Ali Ferah ile yazı yazma ve okuma güçlüğünden muzdarip -ilk Nobel ödüllü Türk- yazar Salim Abidin... Bir hatırlatma yapalım, Salim Abidin, Türk romanında canlandırılan ilk Nobel ödüllü karakter değil; Raif Necdet Bey, 1932 tarihi "Semavi İhtiras"ında erkek kahramanı Nejat'ı Nobel ödüllü "cihan terbiyesinde vahdet muharrir" olarak tanıtmıştı. Kısa sürede, bu iki kahramanın ayırt edici özelliklerinin anormal davranışlar olduğunu fark ediyoruz. Romandaki diğer kişiler de çeşitli dertler, hastalıklar ve tuhaflıklarla canlandırılmışlar; Ali Ferah'ın katatonik şizofren kız kardeşi Hayal, hep aynı tecavüz hikayesini bıkmadan tekrarlayan anneleri, kıstırılmış hayatıyla Sedef, Ali Ferah'ın resmini yaptığı yatalak şişko kadın, vücudunu satarak yaşayan Ludmilla, sevgilisinin hayalleri ile yaşayan Nadya, resim yeteneğini İstanbul'daki inşaatlarda tüketen Oleg, genç sevgilisini elde etme derdindeki Celine, cinayeti soruşturan –ve nedense Kıbrıslılığına sürekli vurgu yapılan- bir savcı ve Salim Abidin'in romanını yazdırmak için tuttuğu şeytanın yazıcısı Şebnem İşigüzel... Sadece onlarla da kalmıyor sıradışı kimlikler; Picasso, Van Gogh, Kundera gibi ünlü simalar da kimi zaman hayal, kimi zaman da gerçek varoluşlarıyla hikayeye katılıyorlar. Şebnem İşigüzel, bunca farklı insanı bir cinayet etrafında bir araya getirmek, birbirlerine düşürmek ya da aşık etmek için –kendi deyimiyle- "şeytani sürprizler"e başvurmuş. Bu sürprizler öylesine art arda geliyorlar ki, ancak birkaç tanesini sıralayabiliyorum; perde, Ali Ferah'la Salim Abidin'in bir doktor muayenehanesinde tanışmalarıyla açılıyor; doğum yapmak için hastaneye giden Sedef'in, yolda Nadya'nın denizden çıkarılmış cesedi ile karşılaşması, Vladimir Starov'un oğlu Oleg'in Ali Ferah'la tanışmasını sağlamak isterken eski sevgilisi tarafından öldürülmesi, Oleg'in çalıştığı inşaatın koskoca İstanbul'da Ali Ferah'ın evinin tam da karşısına denk gelmesi, o sıralarda Ali Ferah'ın Oleg gibi birine acilen ihtiyaç duyması, İstanbul'a gelen Celine'in yolunun Cumartesi anneleri arasına düşmesi, Oleg'in Ali Ferah'ın evinde karşılaştığı Sedef'e ve Ali Ferah'ın Anna'nın ölümü nedeniyle tanıştığı Ludmilla'ya duydukları "yıldırım" aşklar tamamıyla tesadüflerin eseri. Cinayetin nedeni kadar çözümü de rastlantılarla belirleniyor elbette... Edebi anlatıların rastlantılarla zenginleştirilmesi, Homeros destanlarından, Eski Yunan trajedilerinden bu yana hikayenin merak duygusunu kuvvetlendirmek için sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. Mesela, Odysseus ya da Oidipus'un başından geçenler "alınyazısı" ile özetlenebilir ancak. "Binbir Gece Masalları"nda talih bir gülüp bir küser kahramanlara. Robenson Crueso'yu ıssız adaya sürükleyen kötü bir tesadüften başka bir şey değil de nedir? 19.yüzyılın gerçekçi romanlarının en çekici yanı da tarihsel ve toplumsal aidiyetli bireylerin hayatlarının akışlarını değiştiren tesadüflerdir. Ne var ki "Sarmaşık"taki rastlantısallık, yazarın öznelliğinin ağır basmasıyla onlardan farklılaşıyor... "Balzac romanının kurgusundaki her öğe kendi özgül kişisel ilgileri, tutkuları, trajedileri ve komedileri olan eksiksiz bir varlıktır. Her karakteri hikayenin tümüyle birleştiren, bağlayan bağ, karakterin yapısında, doğasında var olan eğilimlerle daima uyum içindeki başka öğelerle sağlanır". Karakterler böylelikle kurgudan dışarıya savrulup gitmezler. Rastlantılar vardır ve onları "şeytani tesadüfler" olmaktan kurtarıp zorunluluğa dönüştüren, nedensel ilişkilerin karmaşık "sarmaşığı"ndan ibarettir. Oysa Şebnem İşigüzel'in sarmaşığında –yazarın kafasındaki kurgunun dışında- hiç bir nedensellik yok. Lucas'a göre bir Balzac romanı öylesine kurulmuştur ki, "tek tek olaylar, temelde yatan zorunluluğu ortaya çıkarmaya yardım ederken kendi başına rastlantısal olmasına karşılık, her olay aynı sona doğru atılmış bir adımdır". "Sarmaşık"ta da tekil rastlantısallıkların bütüne bağlanmışlığından söz edebiliriz. Ne var ki buradaki "bağ" tamamıyla öznel; okuyucunun ikna edilmesi için yazarın bin dereden su getirmesi gerekiyor ve İşigüzel bu "bağ"ı toplumsal bir nedensellik değil, karşılığı kendisinde saklı bir kötülük kavramı üzerine inşa ediyor. Anlatmak üzerine Geldiğimiz bu noktada, yazarların "kötülük" kavramı etrafında kurguladıkları roman sayısındaki son yıllardaki artış üzerinde durmak da anlamlı olabilirdi. Ancak ben yine romana dönmek ve yazma anında icat edilen rastlantılar üzerine kurulan "Sarmaşık"ın ilk yüz sayfadan sonra bu rastlantıların ihanetine uğradığını söyleyerek romanın hikayesine ilişkin sözlerimi noktalamak istiyorum. Düştüğüm bu muhalefet "şerh"lerine rağmen, Şebnem İşigüzel'in "Sarmaşık"taki anlatım biçimini beğendiğimi söylemeliyim. İki anlatım tekniğini birarada kullanmış İşigüzel; roman kimi zaman Ali Ferah'ın, kimi zaman da her şeyi bilen üçüncü sahsın bakış açısından aktarılıyor. Bu üçüncü sahsın -hikayenin sonlarında anlaşılan- çoklu bir kimliği var; o hem Salim Abidin, hem onun yazıcısı roman kahramanı Şebnem İşigüzel, hem de bu romanın yazarı olan Şebnem İşigüzel..! Bakış açısındaki geçişlerde ise hiç sıkıntı çekmemiş yazar. Anlatımı üçüncü şahısa verdiğinde roman kahramanlarına biraz yukardan bakıyor ve yer yer ironik bir dille aktarıyor olup bitenleri; böylelikle anlatılanların bir kurmaca olduğunun, roman gerçekliği ile nesnel gerçeklik arasındaki mesafenin altı çiziliyor. Anlatımın bir başka başarısı, kimi sahnede okuyucuyu etkileyecek, daha doğrusu irkiltecek bir görsel sunum yakalamasında. Özellikle şiddet içeren bölümleri kolaycılığa kaçmadan, kabalığa düşmeden, ayrıntı zenginliğiyle tasvir eden İşigüzel, o dramatik anların bütün duygusal ve düşünsel atmosferine nüfus etmemizi sağlıyor. Bu anlatımlar arasında özellikle Sedef'in doğum sürecine dikkat etmenizi öneriyorum. Şebnem İşigüzel gerçekten de güçlü bir anlatma becerisine sahip; keşke kitap kapağında ya da söyleşisinde vurgulanan 4.5 aylık yazma zamanını uzatıp sarmaşığının cansız dallarını budasa, Sedef'in, Ludmilla, Anna ve Oleg'in trajik hayatlarına biraz daha yoğunlaşsaydı...