BİR BAŞYAPIT

Edebiyat tarihini organik bir yapı içinde düşünmeyi çok severim. Hikâyelerden oluşan bir aile gibi. Nasıl bir ailenin genetik yapısı her nesli bir öncekine bağlıyorsa, edebiyat tarihi boyunca her öykü de birbiriyle böyle bağlantılıdır. Her öykü tekrar anlatıldığında yeni bir kimlik kazanır. Aileye yeni katılan bir bebek gibi, hem insanlığın binlerce yıllık genini taşır hem de kendidir. Yeni bir ozanın dilinde yenilenir. Oysa özünde aynıdır hikâyeler çünkü hepsi insanın özünü anlatmak ister. Şebnem İşigüzel’in yeni romanı Venüs, böylesi bir organik bağ içinde edebiyat tarihiyle. Özellikle Ovidius’un Dönüşümler adlı eseriyle. Antik çağın başyapıtı gibi, Venüs de yaratılış ile başlar. Bir bebeğin doğum anı ile başlar ve bir yaşamöyküsü anlatır. Anlattığı kendi doğumudur. Doğu ile Batı’nın birleştiği noktada, İstanbul boğazında başlar yaşamöyküsü. Sandalla karşı kıyıya geçmek üzere olan bir kayıkta, hatta alabora olan kayık yüzünden, boğazın derin sularında doğar bebek. Ne Doğu’da ne de Batı’da; ya da hem Doğu hem Batı’da başlar anlatıcının öyküsü. 1908 yılında, II. Abdülhamid’in döneminde, erkek evlat bekleyen babasına hayal kırıklığı, annesine de ölüm getirir bu doğum. Neyse ki kayıkta nesillerdir ailenin kadınlarına doğum yaptıran Nergis, bebeğin yaşamasını sağlar. Hikâye böyle başlar ama tabii öncesi vardır. Ailenin Arnavutluk’tan İstanbul’a maceralı yolculukları, ailenin bir kısmının “yanlışlıkla” Londra’ya gidivermesi gibi hikâyeleri eksantrik babanın tuttuğu günlük sayesinde öğrenir. Gecenin parlayan su damlalarından ve pırıl pırıl yıldızdan adını alan bebek, sadece kendi hayatını değil, ailenin kadınlarının da hikâyelerini anlatır. Aslında bütün roman, bir akıl hastanesinde doktoruna anlattığı ve doktorun desteğiyle doldurduğu defterlerden oluşur. Kendini istediği dışında, kocasının zoruyla kapatıldığı akıl hastanesinde hayalle karışık, ailesini ve ailesinin sırlarını dökmeye başlar anlatıcı. Dönüşümler Roman üç kadının hikâyesi etrafında gelişir. Kokain bağımlısı halası Şekina ve saraydan padişah tarafından azat edilmiş Nergis’in anlattıkları, geçmişleridir. Hikâyelerini öğrendikçe onların aslında ilk sandığımız insanlar olmadıklarını anlarız. Nergis, Orta Afrika’da ailesinin yanından beş yaşındayken çalınmış ve önce Mısır’a oradan da İstanbul’a saraya gelmiş bir köledir. Başına gelen kötülükler onu bedensel olarak başka biri yapmış, geçmişinden tamamen koparmıştır. Bir baş meleğin adını taşıyan Şekina ise Arnavutluk’tan annesi ve kız kardeşleriyle birlikte İstanbul’a gelmek üzere yanlışlıkla bindirildiği gemiyle Londra’ya gitmiş, orada başka bir kimliğe bürünmüştür. Londra’dan İstanbul’a giderken Viyana’da bir adamla büyük bir aşk yaşar. Bu iki kadının hikâyesinde dönüşümler gerçekleşir. Ovidius Dönüşümler’de maddenin başka bir bedene dönüşümünü anlatır. Karakterler bazen hayvana dönüşen bir tanrı, bazen cinsiyet değiştiren bir insan olarak metamorfoza uğrarlar. İşigüzel’in karakterleri de hayatın zorlayıcı anlarında başka birine dönüşürler, cinsiyet değiştirirler hatta mitolojik kahramanlar gibi form bile değiştirmek zorunda kalırlar. Farklı boyutlarda varlıklarını sürdüren yaratıklardır. Bu iki kadınla büyüyen başkahraman onların bir parçası olur. Kendi hikâyesi ile onların hikâyesi bütünleşir. İşigüzel’in Ovidius’a göndermeleri bununla kalmaz. Nergis aslında ırmakta kendi güzelliğinin etkisi altında kalan Narcissus’dur. “Adımı hak edecek kadar kendime, sudaki aksime sevdalıydım” diye anlatır kendini. Esir avcıları tarafından yakalandığında avcunda sımsıkı tuttuğu nergis çiçeği, onun varlığı olur ve adını bu çiçekten alır ama o zaten Nergis yani Narcissus’tur. Suda gördüğü aksinin boş bir imge olduğunu anlamamış olmasının cezasıdır hayatı. Aşk tanrıçası Venüs Romanda Venüs çok farklı imgelerle karşımıza çıkıyor. Aslında güneş sisteminin en parlak cismi olan gezegen, yüzyıllar önce iki farklı yıldız sanılırmış. Güneş battıktan sonra görülen ilk yıldız ve sabah güneş doğmadan görülen son yıldız olduğu için Akşam Yıldızı ve Sabah Yıldızı olarak iki farklı yıldızın gerçekte tek bir gökcismi olduğunu Pisagor söyleyene kadar kimse düşünmemiş. Güzelliği sayesinde aşk ve güzellik tanrıçası Venüs’ün adı verilmiş bu gezegene. Romanda Venüs’ü tüm unsurlarıyla görüyoruz. Gezegenin çift kişiliği, romandaki kişilik değişimlerini de daha anlamlı kılıyor. Fakat kuşkusuz bunlardan çok daha önemli olan Venüs’ün kadınlığı simgelemesi. Roman boyunca kadının toplumdaki, aile içindeki, dünyadaki yeri sorgulanırken ve yüzyıl başında kadın yeniden oluşurken Venüs önemli anlam kazanıyor. Venüs’te adı geçen bir başka mitolojik karakter, Hera. Romanda biraz geride kalmış bir karakter, oysa romanın sonundaki çözülmede Hera’nın daha büyük bir rol oynayacağını sanıyor okur. Hera’nın, tanrıların babasının hem kız kardeşi hem de karısı olduğunu düşünürsek, buradan başka bir hikâye çıkacağını düşünmek çok yanlış gelmiyor. Akıl hastanesine yatırılmasında da Hera’nın daha önemli bir rol oynamasını bekledim; ne de olsa kocasının sevgililerini yok etmek üzere kurulmuş bir karaktere sahiptir mitolojik kahraman. Fakat konuyla ilgili fazla ipucu vermemek için burada kesiyorum... Roman ayrıca çok sayıda tanıdık da barındırıyor. İsimleri verilmese de Viyanalı Yahudi ruh doktoru, Cumhuriyetin kurucusu paşa, sadece kahramanların hayatlarında oynadıkları rollerle değil, bir çağın belirleyici kahramanları olarak yerlerini alıyorlar. Yayın hayatı genelde sonbaharda başlar. Yayınevleri ellerinde en değer verdikleri kitapları genelde sonbaharda piyasaya sürmek isterler. Ardından kitap fuarları gelir. Bu sene masamın üzerini şimdiden dolduran çok sayıda muhteşem roman var. Çok güzel bir sezon açılışı oldu. Çok önemli başyapıtlar çıktı son haftalarda. Şebnem İşigüzel’in romanı da onlardan biri. Edebiyatseverlerin mutlaka okuması gerekir. Yazarın mitoloji ile kurduğu bağlantılara takılmadan da, sadece anlatının akışına bırakarak okunduğunda büyük zevk verecek bir roman Venüs.